15 Şubat 2013 Cuma

BİZ ONUN CEMAZİYÜLEVVELİNİDEBİLİRİZ DEYİMİ NASIL ÇIKMIŞTIR?






     Zaman zaman duymuş yahut okumuşsunuzdur. Eğer birisinin geçmişiyle ilgili olumsuzluklardan bahsediliyorsa, 'Biz onun cemaziyülevvelini biliriz!' denir.
     Cemaziyülevvel, hicri takvimdeki aylardan beşincisinin ismidir. Bunu takip eden aya da cemaziyülahır adı verilmiştir.
Hicri ayların sırası şöyledir: Muharrem, safer, rebiyülevvel, rabiyülahir, cemaziyülevvel, cemaziyülahır, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade, zilhicce. Vaktiyle kapıkulu askerleriyle (yeniçeri ve süvari bölükleri ile acemi ocağı efradı) devlet memurları, üç ayda bir maaş (ulufe) alır ve aldıkları maaşa bu ay adlarından seçilmiş harflerden oluşan bir isim verilirmiş. Buna göre dört isim ve karşıladıkları aylar şöyledir:
     Masar: Muharrem, safer, rebiyülevvel Recec : Rebiyülâhır, cemaziyülevvel, cemaziyülahır Resen : Recep, şaban, ramazan Lezez : Şevval, zilkade, zilhicce.
Kelimelerin aslı Arapça cümadülula ve cümadüahıre'dir. Arabistan'da, takvimin yürürlüğe girdiği zamanlarda, iki ay boyunca yağmursuzluktan kaynaklar kurumuş. Buna bakılarak da bu aylara cümadülula (ilk kuraklık) ve cümadülahıre (son kuraklık) adları konulmuş.
     Cemaziyülevvel ve ahiri, halkın üç aylar olarak bildiği recep, şaban, ramazan ayları takip eder. Bunun için eski haminneler bu iki aya 'büyük tövbe, küçük tövbe' adını koymuşlarmış-.
Şimdi gelelim 'cemaziyülevvelini bilirim' kinayesine:
Bilindiği üzere Osmanlılarda arşivciliğe büyük önem verilir ve devlete ait her belge titizlikle saklanırdı. Şimdiki gibi dosyalama sisteminin olmadığı devirlerde, devlet daireleri bu iş için çuvallar kullanır ve her aya ait biriken evrakı bir torbaya doldurarak saklarmış. Arşiv evrakı birbirine karışmasın ve arandığı zaman kolay bulunabilsin diye de torbaların üzerine iri yazı ile ait olduğu ayın ismi yazılır, böylece mahzene indirilip kronolojik sırasına konulur imiş.
     Yıllardan birinde cemaziyülevvele ait evrakın, sandık içine mühürlenip bir yere nakli gerekmiş. Henüz fakir bir mülazım olan arşiv memuru, istenilen evrakı sandığa boşalttıktan sonra boş torbayı alıp evine götürmüş. Bir müddet sonra da fakirlik belasıyla torbadan bir iç donu diktirip giymeye mecbur olmuş. Ne var ki torbanın üzerindeki halis bezir isi mürekkep, yıkamakla çıkmamış ve cemaziyülevvel yazısı tam da poposunda, okunur vaziyette kalakalmış. Olacak bu ya; bir gün kalem (eskiden devlet dairelerine bu isim verilirdi) arkadaşları onu iç donuyla görüp poposundaki cemaziyülevvel yazısını okuyunca fakir mülazımın sırrı ortaya dökülmüş; aralarında imalı imalı gülüşmeye başlamışlar.
Gel zaman, git zaman; mülâzım efendi çalışıp çabalamış, okumuş yazmış ve kısa sürede yükselmiş. Artık kadife astarlı samur kürkler, mücevher işlemeli kaftanlar giyer olmuş. Eski arkadaşları kendisine gıpta ile bakmaya ve hatta kıskanmaya başlamışlar. Onun yüceliğinden bahsedildiği bir gün de içlerinden biri,
— Canım, demiş; şimdiki haline bakmayın, biz onun cemaziyülevvelini biliriz.
     O günden sonra cemaziyülevvelini bilmek, birisinin mazideki bir ayıbından kinaye olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...