Büyük kentler, umulmadık boyutlara ulaşan nice büyümeler yüzünden doğanın yıkımına ya da bozulmasına yol açıyor, hem de insanları kendiliğinden bir gelişime zorluyor. Çevrelerinden soyutlanmış, nive kapanık bireyler haline getiriyor. Bugünün büyük kent insanı gerçekte zor koşullarda yaşıyor.
Kent yaşantısından kişinin içinde bulunduğu ya da kurduğu toplumsal ilişkilerin sayısı çok olabilir, ancak bunlar bağlayıcı nitelikte değildir. Yani ikincil ilişki türündendir ve genellikle başladığı yerde biter. Bütün lişiler arası ilişkileri, minimum bir duygusal kalıtımla yürütmek eğilimi egemendir. Büyük kentinin, çıkarına uygun bazı biçimsel ve alışılmış davranış kalıpları bu amaca yaramaktadır. Kişiler arası ilişkileri kişilikler değil; gereksinmeler belirler. Söz gelimi trafige katılan yaya, müşteri otobüs yolcusu, seyirci... gibi. Bu davranış kalıplarının tümünün, ortak bir yanı vardır; o da tüm bu ilişkilerin, o anda duyulan gereksinmelerle sınırlı olmasıdır. Bir gişe görevlisinin, önünde sıraya girmiş kişilere davranışı ile sıradakilerin gişe görevlisine karşı davranışları bu tür ilişkinin en tipik örneğidir. Büyük kent, insana daima belirli bir toplumsal rolü ve tüm kişisel ilişkilerini bu role indirgemenin kendi çıkarı gereği olduğu nu öğretmektedir. Büyük kent işte bu yüzeysel ilişkilerden ve standart davranış kalıplarından kurulu bir ağın ortasında, yürekten bir "Merhaba, günaydın" demeden işitmeden, yardımlaşma olmaksızın ve asansörde dahi bir yabancı ile burun buruna yaşana gelmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder